2TekerGezi Türkiye’15
2015 Yılında yeni motosiklet gezime çıkarken bir önceki yıldaki rotayı tersten yapma planıyla yola çıktım ve bu sefer ilk durak olarak Kapadokya’yı şeçtim kendime. Trabzon’dan başlayan 2 teker gezi Erzincan, Kapadokya, Konya, Antalya, Denizli, İzmir, Çanakkale, Bursa, Bolu, Bartın, Sinop, Samsun güzergahında gerçekleşti. Yine 5000km’yi bulan bir motosiklet gezim, ortalama 22 gün kadar sürdü. Kapadokya her zaman harika bir yer, Beyşehir’de yine motorcu arkadaşlar tarafından misafir edilişimiz, İzmir’deki tekne turumuz, Çanakkale’deki o eşsiz hissiyat, Abant gölünün doğal güzelliği, Amasra-Sinop arası sahil şeridinden zorlu yollarda sürüşümüz, Sinop’ta denk geldiğimiz motosiklet festivali ve kuzenimin düğünü bu gezide aklımda yer eden kısımlar. Bu geziden bazı fotoğrafları ve gezi sonrası kaleme aldığım yazıyı sizinle paylaşıyorum.
Evet, güzel bir 2 teker gezi macerasını da 2015 yılı itibariyle bitirmiş bulunmaktayız. Yolculukla alakalı her şeyi tamamlayıp kendimizi yola vurduğumuzda tarih 17 Temmuz 2015’ti. Yanımızdaki yol arkadaşlarımızda Levent Üçüncü, eşi Zeynep Özdemir Üçüncü ve ekstra olarak bize Sivas yakınlarına kadar eşlik eden İlhan Öksüz ve gezgin arkadaşımız Alper Atik vardı. İlk durağımız #Erzincan oldu ve bayramın ilk günü için oldukça güzel bir karşılamayla bizi motorcu arkadaşlarımızdan Erdem Yakup Çimen kardeşimiz güzel köyünde ağırladı. Kendisine ve ailesine de teşekkür ederiz. 1 saatlik molanın ardından Sivas’a doğru yola koyulduk. Refahiye yolu keyifli sürüş yapılabilecek en güzel yollardan biri ve biz de bu keyfi sonuna kadar yaşadık diyebilirim. Sivas yakınlarında İlhan ve Alper arkadaşımızdan ayrılıp, uzunca bir 2TekerGezi yolculuğu yapacağımız Levent ve Zeynep çiftiyle yolumuza devam ettik.
Rüzgâr bizi yol boyunca oldukça fazla rahatsız etti ve açıkçası #Kayseri’ye kadar pek bir yorucu oldu yol. Akşam hava kararmaya başladığında ise ortalama 700 km’lik bir yol yapmış ve hedefimiz olan #Göreme’ye varmıştık. Yol yorgunluğuyla çadırlarımızı kurup dinlenmeye çekildik. 18 Temmuz’da göreme ve civarındaki yerleri gezmek vardı aklımızda. #Uçhisar kalesinden başladık ve üç güzelleri de gezip günü tamamladıktan sonra kamp alanındaki aqua parkta ilk suyla buluşmamızı gerçekleştirdik. O akşam göreme merkezde bir kahvede hesapla alakalı yaşadığımız tatsızlık bize bir anlamda ders oldu ve ödemelerimizde daha dikkatli davranmamız gerektiğini anlamamıza vesile oldu. Turistik yerlerdeki fırsatçı esnaflar o yerinde güzelliğine verdikleri zararın farkına ne zaman varacak bilmiyorum. Kısa günün karı diye hareket etmeye devam ettikçe kendileri kaybetmeye mahkumlar farkında değiller.
Sonraki gün 19 Temmuz’da Ihlara vadisini gezme planlarıyla uyanıp tam yola koyulduk ki, Ihlara vadisinin Göreme’ye 90 km olduğunu öğrendik. Akabinde kampa geri dönüp çadırları toplayarak geri dönmemek üzere yolumuza devam edelim diye karar aldık. Ihlara vadisine geldiğimizde açlık başımıza vurmuştu ve akan ırmağın üzerinde yemeğimizi yedikten sonra, motorları bir kenara bırakıp Ihlara vadisini gezmeye başladık. Gün bitmek üzereydi ve biz koskocaman vadinin sadece 1km’lik bir alanını anca gezebildik. Ihlara vadisinin içindeki nehrin üzerinde içtiğimiz çay da bizi keyiflendirmişti fakat daha almamız gereken çok yol vardı Konya’ya doğru. Nitekim Ihlara vadisinde kalma fikrimizden vazgeçip yola koyulduk. #Konya’ya doğru bir gece sürüşü ile devam ettik yola. Hava çoktan kararmış ve saatte oldukça geç olmaya başlamıştı ki rotamızı #Beyşehir’e yönelttik. Ama ne var ki, gücümüz tükenmiş ve baya bir yorulmuştuk. Beyşehir yolu üzerinde bir benzin istasyonunun yanındaki çimenliğe postu serip sabah yola devam etmek daha uygun olacaktı ki, biz de öyle yaptık. Yola çıkalı birkaç gün olmuş ve henüz tam olarak olaya adapte olamadığımızdan ve yol yorgunluğundan olacak ki zaman zaman tartışmalar yaşamadık değil. Neyse ki bunları konuşup aşabilecek insanlardık ve tekrar yola koyulduk.
Beyşehir ilk kez gördüğümüz bir yerdi ve manzarası bizi oldukça etkiledi diyebilirim. Orda çok kalmayıp bizi #Huğlu’ya davet eden çok değerli ve misafirperver motosikletçi arkadaşlarımızın yanına gittik. Daha bu küçük ilçenin girişinde yaşadığımız büyük sürpriz bizim nelerin beklediğine dair ipuçları veriyordu. Kalabalık bir motosiklet gurubu bizi karşılamaya gelmiş ve ilçeye kadar bu arkadaşlar bize eşlik etmişti. Tüylerimiz diken diken oldu ve orada kaldığımız bir gün boyunca çok samimi duygular yaşadık. Kendilerine bir kez daha teşekkür ederiz. (Ergün Çekiç, Abdullah Kenar, Fatih Kızılkaya, Ali Rıza Alemler, Tuncay Alemler ve diğerleri) Akşamında nerdeyse tüm ilçenin katıldığı bir mangal ziyafeti yaşadık ki, unutulmaz anılarımız arasına çoktan girdi bile. Ertesi gün büyük bir macera bizi bekliyordu.
Dağlık bir araziden, bir yayla yolundan o araziye hiçte uygun olmayan motorlarımızla geçmeye karar verdik. İyi ki de yapmışız diyelim. Şimdi burada bu değişik hisleri yazamayacak ve böyle paylaşacak anılarımız olmayacaktı belki de. Varmaya çalıştığımız yer ise köprülü kanyon Antalya’ydı. Nitekim buraya geldiğimizde de önce kamp yeri baktık fakat kafamıza göre bir yer bulamayınca rafting yapmaya karar verdik. Bu gariplikler aslında Levent’in başının altında çıkıyor. Keyifli ve oldukça eğlenceli bir rafting turunun ardından hava kararmak üzereydi ki #Antalya’ya doğru yola koyulduk. #Belek’e vardığımızda sahilde belediye tesislerinin hemen yanına çadırlarımızı attık ve dinlenmeye çekildik. Sabah biraz deniz keyfi yapıp yola koyulmadan da belediye tesislerinde bir güzel karnımızı doyurduk. Bizi misafir eden aşçı da motorcu olmasından mütevellit keyifli bir muhabbet uzadı da uzadı. Nitekim yola koyulduk ve normal zamanda soğuk girmesin diye kapatmak durumunda olduğumuz kasklarımızın camlarını bu sefer sıcak girmesin diye kapatmaya başlamıştık. O sıcakta zar zor Antalya’ya vardığımızda her zaman ki gibi önce can dostum Osman Kesbiç’le buluştuk. Önce gidip biraz sohbet muhabbet ettik ve sonra o gece için kalacağımız ikinci evlerine gittik. Ailesi ve kendisi o kadar ilgili ve alakalılar ki ikinci senemizde de bizi misafirperverlikleriyle mest ettiler. Antalya’da farkında değilim ama baya baya arkadaşımız ve dostumuz varmış. Hepsini bir güne sığdırmaya çalışınca tabi biraz zaman yetmezliği oldu ama tadımlık da olsa güzeldi. Bu sene de yine Iraz Aydın ve eşi Orhan Sevim’i görmek bizi çok mutlu etti. Yalnız onlardan önce kısa bir ziyaretle aradan çıkarttığımız ve görüşebildiğimiz için mutlu olduğumuz bir çift arkadaşımız daha vardı. Dinçer Feyzi Genç ve eşi Buket Genç bizi misafir ettiler evlerinde. Bir fotoğraf bile çekilemeyecek kısalıktaydı ziyaretimiz. Ya da muhabbet çok akıcı gitti zamanın nasıl geçtiğini anlamadık. İkincisi daha uygun sanırım. Neyse ertesi sabah ilk iş kapılarında fotoğraf çekilmek oldu işimiz. Her ne kadar onlar olmasa da onları temsilen kapı gibi kapıları vardı yanı başımızda. Sonrasında kahvaltılık bir şeyler alıp 2007’den beri muhabbetimiz olan yalnız hiç yüz yüze görüşmüşlüğümüz olmayan ve bir online oyundan tanıştığımız arkadaşımız Günal Şengezer’in ofisine gittik. Sanal ortamdaki samimiyeti ve hoş sohbetini gerçek hayatta da birebir gösterdiği için kendisine teşekkür ederim. Ve artık Antalya’da ayrılma zamanı gelmişti. Geçen sene tesadüfen görüştüğümüz Kaan Soytürk kardeşimi bu sefer yerinde gidip bulup ziyaret ettik. Güzel bir sohbetin ardından artık yola çıkma zamanı gelmişti. Yakın dostum Osman ve ailesinin evine gidip biraz daha oturduktan sonra Kemer’e doğru yola koyulduk.
Geçen yılın aksine bu sene es geçtiğimiz Kemer sonrasında Çıralı’ya kadar sürdük ve kamp kurmak için yer aramaya başladık. En nihayetinde belki de Çıralı’daki en güzel kamp alanlarından birine tek gün kalmak için yerleştir. Sonraki gün için planımız teleferikle Tahtalı’ya çıkmak ve adrenalin dolu bir etkinliği gerçekleştirmekti. Daha teleferikte içimizi kıpır kıpır edip bizi heyecanlandıran durumlar başlamışken, tepe de gerçekleştirdiğimiz Bungee Catapult aktivitesi ile adrenalin tavan yapmıştı. Bu aktivite için Sercan Çelik kardeşime ve Gazanfer Erzincan beye de teşekkürler. Çıralı’ya döndüğümüzde o kadar aktivitenin üzerine bir şeyler eksik gibi gelmiş olacak ki, bisiklet kiralamaya karar verdik ve de yaptık. Güzel ve keyifli, oldukça eğlenceli 1 saatte orada kazındı belleklerimize. Bu kadar aksiyon dolu bir günü elbette sahilde en güzel chillout müzik seçimleriyle ve dalga sesleriyle tamamlamamak olmazdı. Biz de nitekim öyle yaptık ve hatta çadırlarımıza bile dönmedik orada sabahladık.
Evet, 2 günlük çok güzel bir dinlenme molasının ardından yeniden yola koyulma zamanı gelmişti. Kısa bir Olimpos turunun ardından kuzenim Nebahat Durman ve eşi eniştelerin en avcısı Ramazan Durman’ın Kumluca’daki evine doğru yola çıktık. Eve vardığımızda mangal ziyafeti için hazırlıklar yapılmıştı bile ve biz de baya açtık. Hemen yola koyulup bir sahil kenarındaki piknik alanına gittik. Müthiş bir ziyafetin ardından o gece artık bir yatakta yatabilmenin sevinciyle dinlenmeye çekildik. Ertesi gün yola devam etmemiz gerekmekteydi. Bu arada Antalya’da benim motorumun zincirinin artık ömrünün sonuna geldiğini fark ettik ve zaman kaybetmemek adına İzmir’de yaz okulunda olan Furkan Çavuş’a bana zincir ve dişli seti bulması için talimat vermiştik. Zincirim çıkardığı sesler ve görünüşündeki vahim durumla bana yolda bırakma korkusu yaşatsa da yola devam etmeliydik.
Bu yıl Demre’yi es geçtik ve dolayısı ile o tarihlerde gemide bulunan arkadaşım Merve Karakuş’u da. Sonraki ilk durak Kekova oldu ama nereden bilelim ki aslında Kekova adalarından ibaretmiş. Motorlarla adalara gidemeyeceğimiz için hayal kırıklığıyla tekrar yola çıkıp Fethiye’ye doğru devam ettik. O günün akşamında vardığımız Fethiye’de bizi motordaşım (eski TDM’ci) Mustafa Akkurt, eşi ve sevimli kızıyla karşıladılar. Fethiye’ye de kamp alanı aramaya koyulduk ve kısa bir gezi yaptık. Ölüdeniz’i daha önce görmüştük ve çok kalmak yoktu aklımızda. Fethiye’den sonra yol planlarımıza yeniden bir göz attık ve en doğru karar Pamukkale’ye yol almak olacaktı. Biz de öyle yaptık ve koyulduk tekrar yola. Sıcak bizi fazlasıyla yorsa da Fethiye’den Pamukkale’ye sürdüğümüz dağlık yol çok keyif verdi diyebilirim. Tabi aşırı sıcaktan erimiş asfalta aşırı dikkat etmek gerekliydi.
İlk kez geldiğimiz Pamukkale bizi kendine hayran bıraktı ve geç kalınmış bir ilki yaşadığımı fark ettim. Bu hissi Abant’ta da yaşadım ama onu daha alt satırlarda anlatacağım. Pamukkale’yi fotoğraflayıp Kuşadası Güzelçamlı’ya doğru sürmeye başladık. Yolda olmak her ne kadar yorucu olsa da zevk veriyor ve zaman su gibi akıp gidiyordu. Güzelçamlı’ya akşam geç saatlerde vardık ve eniştem Yahya Yaldız’ın restorantı Leftere’de güzel bir ziyafet çektik. Sonraki gün sabah Zeus mağarasındaki o soğuk suyla gözlerimizi tam manasıyla açtık. Gün boyunca o koy senin bu koy benim gezdik durduk ve denizin tadını çıkarttık. O günün sonunda da kuzenim Osman Akçınar bize mangal ziyafeti yaşattı sağ olsun. Güzelçamlı’nın en güzel yanlarından biri de bot turları. Bir önceki gün milli parkın ziyarete açık koylarını gezerken, bir sonraki gün de yasak olan koylarında gittiğim bot turuyla denize girdik. Yunan adalarına varan bir turu yaşadık o gün. Gemiden ve kayalıklardan defalarca denize bıraktım da kendimi; nerden bilebilirdim ki şiddetli bir bel ağrısıyla karşılaşıp motor süremeyecek hale geleceğimi. Her güzel şey gibi bot turunun da sonuna gelmiştik artık ve yine yol görünmüştü bize. İzmir’e doğru sürmeyi düşünüyorduk ki, Deniz Günday ve Lemis Algün Günday bizi davet ettiler, uğramadan geçmeyin dediler. Uzunca bir yol geldi bize ama sonunda güzel ege yemekleri ve balık, bir de üzerine çay İzmir’e gidebilecek gücü vermişti bile.
İzmir’e vardığımızda tükenen enerjimizi gece yarısı yediğimiz çıtır waffle’la geri aldık Duygu Üçüncü sayesinde. Antalya’da sipariş ettiğimiz benim zincir ve dişli seti, Levent’in de fren balataları için sabah Furkan’la buluşmak için yola koyulduk. Benim zincir ve dişli setinde bi problem çıkmadı fakat Levent’in fren balataları ortalıkta yoktu. Zincir ve dişliyi aldık değişim için servisin yolunu tuttuk. Neyse ki sorunsuz o işleri de halledip İzmir’in tadını çıkartalım dedik ki, benim şiddetli bel ağrım her şeyi mahvetti. Onca zaman geçmesini bekledik ve en sonunda soluğu acilde aldık. Yediğim iğneden sonra kendimi bir nebze olsun daha iyi hissettim. Bu esnada dokunmatiği bozulan telefonum kullanılamaz hale geldi.
Belim oldukça fazla ağırsa da yol bizi bekliyordu ve Çanakkale’ye varmalıydık. Yola koyulup keyifli bir sürüş yaptık. İzmir’den yola çıkmadan önce Hüseyin Çakmak abiden yol hakkında aldığım bilgiler doğru çıkmasın diye çok dua etmiştim ama maalesef doğru çıktı ve yolda keyfimizi ve sürüş zevkimizi bozan bir rüzgar bizi oldukça rahatsız etti diyebilirim. Geçen seneden tecrübeli olduğum bu yol bu yıl daha bir kolay geçildi gibi geldi bana. Çeşitli yerlerde yol çalışmaları vardı fakat bu bize çok fazla engel teşkil etmedi. Çanakkale’ye düştüğümüzde ise ilk aramaya koyulduğumuz yer sahilde yemek yiyebileceğimiz bir yer oldu ve nitekim güzel bir balıkçı da bulup karnımızı doyurduk. Sonrasında sahilde oturup biraz sohbet muhabbet edip, yine geçen sene kaldığımız park alanına kamp kurmak için yola çıktık. Bu park alanı boğazı boylu boyuna gören ve geçen seneki depremden sonra afet alanı ilan edilen bir yerdi ve bu sene de bu güzel yerde bir gece de olsa kamp kurmak güzel oldu diyebilirim. Sabah erkenden kalkıp Çanakkale turumuzu tamamlamak peşindeydik.
Şehitlikleri, abideyi ve diğer tüm alanları elimizden geldiğince hızlı şekilde gezdik. En çok etkileyen yer ise Çanakkale’nin hikâyesinin tüm ayrıntılarıyla anlatıldığı müze oldu. Tabi abide alanını saymazsak. Çanakkale turunu tamamlamamıza ramak kala bel ağrımın şiddetlenmesi ile yolda denk geldiğimiz gezici ambulansı utana sıkıla durdurup derdimizi anlatınca, sağ olsunlar yolda ayaküstü de olsa bir ağrı kesici iğne yaptılar ve yola devam edebildik. Çanakkale’den sonra yol güzergâhımız konusunda fikir ayrılıkları yaşanmaya başladı ve nitekim yollarımızı ayırdık.
Biz bursa Gölyazı’ya doğru yola koyulduk. Hava kararmaya yakındı ve önümüzde 300 km kadar bir yol vardı. Bu da malum bel ağrısı ile zor bir yolun bizi beklediği anlamına geliyordu. Nitekim onca yol çalışmasına ve yoldaki diğer birçok engele rağmen Bursa’ya vardık ve Gölyazı da kamp kurmaya karar verdik. Güzelim yerde kamp için küçük bir parktaki küçük bir çimenlik alana zar zor serdik postu. O güzelim küçücük yarımadanın sakin yaşantısında tam da bizim kamp kuracağımız gece olayların çıkması ve bütün gece diken üstünde bu kavga ve karmaşayı kollamış olmamıza rağmen sabah karşılaştığımız manzara bize birçok şeyi unutturdu diyebilirim. Kahvaltının ardından yarımadanın etrafında kısa bir fotoğraf turu attık ve güzel kareler yakaladık. Sabah güneşin doğuşunda çektiklerimiz de cabası.
Bursa’ya yola çıkıp, her sene mutlak uğradığımız dostum Şenol Taylak’ın merkezdeki evine vardık. Biraz dinlenip enerji topladıktan sonra kısa bir bursa turuna çıktık. Yemeğin ardından eve dönüp tekrar dinlenmeye çekildik. Sabah eşsiz bir kahvaltı sofrası hazırlayan devrem ve kardeşi bizi Bursa’dan daha güzel uğurlayamazdı. Normalde direk olarak Yalova’ya gidecekken sonradan en eski Osmanlı yerleşimlerinden olan Cumalıkızık’ı görmeye karar verdik. İyi ki de gitmişiz. Görülmesi gereken geçmişe ait çok güzel yapıların bulunduğu bir küçük köydü burası. Fotoğraflamayı da elbette unutmadık.
Yalova’ya bir an önce varmak ve eğer enerjimiz yerindeyse yola devam edip aynı gün Abant’a varmaktı niyetimiz. Nitekim Yalova’ya varıp Burak Seyitoğlu’yla yediğimiz Boşnak mantısından sonra gerekli enerjiyi kendimizde hissettik ve yola koyulduk. Otobanda yolculuk yapmak zorken buna bir de gece yolculuk yapmak eklenince şartlar biraz zorlaştı tabi. Normalde otoban işte düz yol sür git gibi düşünebilirsiniz ama bir motorcu için en sıkıcı ve yorucu güzergâhlar bunlar. Çünkü sıradanlık ve hep tekdüze bir gidişat sizi fazlasıyla yoruyor. Tüm tur boyunca atlattığımız ufak tefek kazalardan en akılda kalıcı olanı da o gece gerçekleşti. Otobanda son sürat giderken önünüzdeki kamyon otobüs otomobil ne kadar araç varsa onların stop lambalarının birden kıpkırmızı ve olabildiğince aydınlık şekilde yandığını düşünün. İnanılmak bir panik içerisinde frene asıldım ve sonra fark ettik ki, orta refüje bir araba girmiş ve birkaç kişi bu kazadakilere yardım ederken nerdeyse diğer araçların altında kalıyorlardı. Zincirleme bir kazayı nitekim kıl payı atlatmış olduk çok şükür. Hatta kenara çekip bir iki dakika olayın şokunu atlatmaya çalışıp sonra yola devam ettik. Gece saat baya ilerlemişti ki Abant ayrımına geldik ve gece olmasına rağmen çok keyifli bir sürüşü ağaçlık bir yolda yaptık. Vardığımızda gece karanlık nedeniyle Abant gölünün güzelliğini tam idrak edememiştik. Kamp kuracağımız yeri bile gölün etrafından 2 tur attıktan sonra ancak bulabildik. Yorgunluğumuz tek çaresi bir an önce uyumaktı.
Sabah yine erkenden kalkıp çadırımızı topladık ve yola koyulmadan da gölü iyice gezip fotoğraflamak istedik. Hatta biraz gölden uzaklaşıp daha yukarılara çıkmaya karar verdik ve gölün manzarası tam bir ihtişamla karşımıza çıktı. Yolun bozuk olması bize baya bir adrenalin yaşattı ama güzel bir hatıra olarak da kaldı elbette. Gölün etrafındaki birkaç tur atışımız esnasında doğasının hemen hemen hiç bozulmamış olması Uzungöl’e yaptığımız eziyeti hatırlattı ve bu kadar betona gerek var mıydı diye sordum kendi kendime. Abant gölünün etrafında ata ve ayrıca faytona binebiliyorsunuz. Biz atı tercih ettik macera severler olarak tabi ki de. Sonrasında Amasra bizi bekliyordu ve bizim de yine ilk kez göreceğimiz bir yer için heyecanımız artıyordu.
Yolda onca tur boyunca denk gelmediğimiz bir şeyle karşılaştık. Yağmur! Evet, nerdeyse ne olduğunu unutmuştuk ki, kendini kısa süreli de olsa hatırlattı bize. Fena da olmadı hani. Güzel güzel serinledik sonuçta. Amasra yolunda yine bel ağrıları nedeniyle hastaneye gidip iğne olmayı ihmal etmedim. Nihayet Amasra’ya doğu girişinden varıp o müthiş dağ manzarasını da gördük. Merkezde kamp kurabilecek bir yer bulmakta zorlanınca çareyi biraz daha devam edip alternatif yerler aramakta bulduk. Çakraz tam kalınabilecek bir manzaraya sahip diye düşünürken karşılaştığımız başka bir gezgin çift bize vefat eden ünlü şarkıcı Barış Akarsu’nun amcasının kampını tavsiye etti ve biz de bu tavsiyeye uyduk. İyi ki de uymuşuz çünkü bu kampın Barış Akarsu’yla alakalı olduğu bizde sonradan dank etti ve orada konaklamış olmaktan, bir arka sokaktaki ailesinin hatıra evine çevirdiği yeri ziyaret etmekten oldukça mutlu olduk. Kaldı ki kamp alanı oldukça güzeldi ve amcası, yengesi işlettikleri bu kamp alanında oldukça dostane şekilde bizimle ilgilendiler. Kendilerine teşekkür ederiz bir kez daha.
Bir gün kalıp dinlendikten sonra Sinop’a gitmek için rotamızı belirlemeye çalışıyorduk. Haritalar bize 3 farklı güzergâh sunsa da bunların içinde sahil şeridinden giden virajlı, denize sıfır yol yoktu. Bu yolu sorduğumuzda bize çok virajlı ve pek uygun bir yol olmadığı, hatta tehlikeli olduğu söylendi. İşte tam da bizim gibi maceraperest motorcuların iştahını kabartacak bir yol o zaman burası dedim ve Karadeniz’i de bir kez gördükten sonra ondan ayrılıp iç yollardan gitmek zaten istememiştik. Bu arada yeğenini askere uğurlamak için Çanakkale’de ayrıldığımız yol arkadaşlarımız Levent ve Zeynep’te Ankara’dan yola çıkıp bizimle bu güzergahta buluştular. Yanlarında ise Sinop motosiklet festivaline Artvin’den yola çıkıp dolaylı yollardan gelen diğer motorcu abilerimiz var. Bir müddet beraber yol aldık ve onlardan ayrılıp yola en başında çıktığımız tayfa olarak devam etmeye başladık. Sinop’a varmaktı niyetimiz ama zaman ve enerjimiz buna pek müsaade etmeyince Sinop’a 200-250 km kala küçük bir sahil kasabasında kamp kurduk. Sabah yola koyulup Sinop’a en nihayetinde vardık ama geride bıraktığımız yol, tüm tur boyunca sürüş yaptığımız en keyifli yollardan biri olmuştu. Virajlarına, tek şeridine, tırmanışına, inişine hayran kaldığımız ve son derece keyifle motosiklet sürdüğümüz bu yolları tecrübe etmek çok ama çok güzeldi. Bu yollar motosikletçilerin hacı sayılan yollar sıralamasında ikinciymiş ve biz de hacı olmanın mutluluğunu yaşadık diyebilirim.
Ve Sinop… Çocukluğumun yazları ve o eşsiz anıların şehri. Hemen hemen her turdaki uğrak noktam. Bu yıl biraz daha özeldi Sinop. Hem kuzenim Tuncay Yalman dünya evine girecek, hem de biz motosiklet sürücülerinin en çok sevdiği sosyalleşme ortamı olan #motosiklet festivallerinden biri burada gerçekleşecekti. Bu yıl üçüncüsü düzenlenen festivalde eksikler olsa da ortam ve birçok motosikletçinin bir araya gelmesi yine duygu dolu anlar yaşattı. Kuzenimin düğünü ve festival arasında mekik dokumuş olsak da ikisinin de hakkını vermiş olduğumuzu düşünüyorum.
Elbette bu arada bir de açık öğretim sınavlarımı o tarihlerde orada olacağımı planlayıp bu şehre aldırmış olmam da var. Neyse ki o sınavları da ufak sorunların dışında başarıyla atlattım ve yine yola koyulduk. Sinop’tan Samsun’a yol alırken bu sene piyasaya çıkan Yamaha’nın en yeni model turing makinesi MT09 Tracer’ı ilk kez yollarda gördüm. Önce birbirimizi bir sınadık hızımızla ve bu aşamada baya bir yol kat ettik Sinop’lu motorcu arkadaşımız Batuhan İnci’yle. Motor üstünde zar zor bir iki kelam ederken ilerde bir yerde bir çay içelim dedik ve kısa da olsa güzel bir sohbetin ardından Samsun’a doğru beraber sürmeye devam ettik.
Her seneki turlarda tam olarak yerini, ismini bilmediğim bir noktada bu sene de yine o yoldan geçerken fotoğrafımı çekildim. Artık geleneksel hale geldi diyebilirim ve çok güzel bir hatıra oluyor bu benim için. Samsun’a vardığımızda yola devam edecektik fakat biraz dinlendikten sonra. Kardeşim Vildan Karasu ve eşi Kenan Karasu bizi kısa bir süre misafir ettiler ve ayrıca Samsun’da yaşayan dayımlarla da vedalaşıp tekrar yola koyulduk.
Geçen senenin aksine bu yıl dönüş yolunu Karadeniz’den ayarlamış olmak çok isabetli bir karar olmuştu. Çünkü 20 küsür gündür yolda olmak artık sizin tüm enerjinizi almış olduğundan, dönüş yolunuzun kendinizi iyi hissedeceğiniz bir sürüş yolu olması çok önemli. Samsun Trabzon yolu da bu bağlamda bizi ayakta tuttu diyebilirim. Giresun’dan akşam saatlerinde geçerken verdiğimiz balık ekmek molasında bizden misafirperverliğini esirgemeyen Güney Balıkevi sahibi Kenan abimize de bu son satırlarda teşekkür ederim.
Trabzon’a vardığımızda saatler gece yarısına varmak üzereydi. Yorgun argın vardığımız evde kendimizi hızlıca yatağa atıp yarın sabahki mesai için dinlenmeye aldık. 22 gün kadar süren bu 2 teker gezimizden geri kalan bunca güzel anıyı nerelere yazsam bilememiştim. Başlarken bitmez bu yazı da demedim değil hani. Ama hem o 5000 km’lik yollar ve hem de bu yazı işte bitti. Seneye mi? Çok ama çok daha uzun ve ülke sınırlarını aşan bir 2 teker gezi yazısı sizi bekliyor olacak. Türkiye sınırlarını aşma zamanının çoktan gelip geçtiğinin farkındayım ve toplamda 9o bin km’ye yakın 2 teker yol tecrübesinin yurtdışı motosiklet gezisi planlarımızda bize faydası olacaktır diye düşünmekteyim. Elbette her şeyin çok daha farklı ve zorlu olacağı aşikar. O zaman bir sonraki 2 teker gezimiz olan 2TekerGezi16’da görüşmek üzere…